Selamlar, bu yazımda uluslararası devletlerin birbiriyle ilişkisi ve devletlerin kendi içeriğindeki dinamikten bahsedeceğim biraz. Daha önce Avrupa kafasıyla Türkiye'de trafiğe çıkmak adlı yazımda biraz değinmiştim, o girişten sonra bu biraz daha devam yazısı gibi olucak. Aradaki uzuuun zamanın sebebi ise küçük çaplı varoluşsal krizlerim.Bunlardan bahsederim belki sonra. Neyse gelelim millet devletlerine.
Hepiniz bildiği gibi fransız devrimi ile milletler önem kazanmış ve büyük küçük her millet kendi bağımsızlığı peşine düşmüştü. Bu durumda öncelikle milletin tanımını yapmamız gerekir. Bana sorarsanız büyük imparatorluklar kurulduğundan beri fiziksel bir millet tanımından bahsedilmesi imkansızdır. Çünkü milletin kendi arasında tek fiziksel bağlantısı olan genetik faktörlerin artık milletle bağdaştırılması imkansız hale gelmiştir. Örneğin aynı coğrafyada yaşayan kızıl bir insan da zenci bir insan da ben Türk'üm diyebilir. Şu andaki millet kavramı tam olarak ırk üstüne kurulu değil bunun da farkındayım. TDK'ya göre millet aynı coğrafi lokasyonda yaşayıp aynı tarih ve kültürü paylaşan insanlar topluluğudur. Son teknolojinin uluslararası iletişimi mümkün kılmadığı zamanlarda bu anlam dolaylı olarak ırk tanımını da taşımaktaydı. Uzun dönemli imparatorluklar ve son dönemin iletişim patlaması olmasaydı şu anda millet kavramı ırk kavramından bağımsız düşünülemeyecekti. Şuanda da verilen isimlerden tutun, bir insanın dinine, yetiştirilmesine ve yetiştirilmesi ahlakına kadar herşeyi içinde bulunduğu millet ister istemez etkiler. Nasıl etkilediğine daha sonraki yazılarımda değinirim belki. Burada parmak basmak istediğim nokta, yok efendim türk diyen türktür, almanım diyen almandır kavramının çok geçerli olmadığını, insanların doğduğu millete ait olacağıdır. Zaten bu sebeple ülke topraklarında yapılan doğumlara çoğu ülke vatandaşlık verir. Şimdi buradaki asıl sorun gene iletişim çağıyla başlıyor.
Soru sormanın maliyeti
Soru sormak insan için çok maliyetli ve enerji tüketen bir işlemdir aslında. Cevabı olan her soru nöronların birbirine bağlanması için gereken enerjinin harcanması, cevabı olmayan her soru ise sürekli birbirine bağlanmaya çalışan farklı nöronların harcayacağı enerji demektir. İşte bu yüzden insanların din ihtiyacı ve batıl inançlar ortaya çıkar. Din sayesinde tüm sorulara minimum nöron bağlantısı ile cevap verilebilir. Bu nöronların harcadığı enerji dışında bilgiyi elde etme sırasında fiziksel dünyayla gerçekleşen her etkileşim de enerji harcar. Şu anda fiziksel dünyayla etkileşim için harcanan enerji, İnternet denen sanal dünya sayesinde minimuma inmiştir. Yani soru sormak hiç olmadığı kadar ucuzlamıştır. Dolayısıyla millet ya da toplumun içinde bulunan bazı bireyler topluma ait düşünceleri sorgulamaya başladığında, sorularına neredeyse hiç enerji harcamadan cevap bulabiliyorlar. Bu durum sadece sorguladıkları düşüncelerle sınırlı değil elbette. Sanat eserleri, diğer toplumlara ait bir çok kültürel öğe, diziler ve filmler aracılığıyla diğer toplumların yaşam biçimlerine de erişilebiliyor. Bu istenilen her kültürün de internetten öğrenilebileceği anlamına geliyor. Dolayısıyla o millete ait olmak için kalan tek eksik coğrafya ve o milletin genel ırkına mensup olmak kalıyor. Genel ırkına mensup olmaktan kast ettiğim şey, toplum içinde dış görünüşe bağlı yapılan ayrımcılık sonucu toplumla tam olarak kaynaşamama durumu. Son dönemlerde milletin genel ırkına mensup olma/olmama durumu yavaş yavaş kalkıyor. Çünkü artık toplumun hayatta kalabilmesi için üreten bireyleri kendine katması gerekiyor. Bunun en büyük örneği de Amerika Birleşik Devletleri. Dünyanın büyük beyinlerini kendi toplumuna kabul ederek diğer toplumlara karşı avantaj elde ediyor. Dolayısıyla bu ayrım zamanla ortadan kalkmak zorunda. Muhtemelen ayrılığa devam eden toplumlar kendini gerilemiş olarak bulacaklardır.
Geriye kalan son etken:coğrafya
Sonuç olarak geriye sadece o milletle aynı coğrafyada yaşamak kalıyor. Bunun için oturma izinleri, vizeler ve verilen vatandaşlıklar da olsa bu zorlu süreç genel olarak insanları yıldırmaya yönelik. insanları araştırmak ve gerçek niyetini belirlemek amacıyla oluşturulmuş olan bu sistemler bürokrasinin etkisi ile çok yavaşlamış, ve çok sinir bozucu bir hal almıştır. Gelişen teknoloji ile bu sistemlerin hızlandırılması, ve ülkeler arası uluslararası sınırların neredeyse açık hale gelmesi, insanların kendi fikirlerinin bulunduğu toplumda yaşayarak, mutluluk seviyesini arttıracak, siyasi veya savaş gibi sebeplerle dengesizlik oluşmadığı sürece, herkesin uyumlu olduğu toplumun içinde bulunması sağlanarak, birçok savaş ve çatışmanın da önüne geçilebilir. Bu tür bir sistemin dengesini bozacak tek durum sınır ihlalidir. Ancak Avrupa Birliği gibi örnekler, ülkelerin birbirine bu kadar bağımlı olduğu sürece bu tür bir durumun gerçekleşmeyeceğini göstergesidir.
Benden bu kadar arkadaşlar, görüşürüz…